İmkânsızlık ve çaresizlik yoktur,
aslında, olumsuzluklar sistemin bize dayattıklarıdır.
İnsan da, tıpkı doğa gibidir, doğa her
gün nasıl yeniden doğuyorsa, geceler güne, ay güneşe,bulutlar yağmura, kara,
mevsimler bahara,yaza ve kışa dönüşüyorsa; “insan” da her türlü
zorluğun altından kalkabilecek, kendini yenileyebilecek bir varlıktır.
Doğduğumuz andan itibaren, dayatmalarla
ve yıkıcılıklarla karşılaşırız ya da yıkıcılığı içimizde taşırız.
Her ne olursak olalım, ister yapıcı
kişilik, ister yıkıcı kişilik önemli olan inanmak…
Öncelikle değişebileceğine inanmak,
değişmemiz gerektiğini bilmek…
Düşünebiliyormusunuz ? doğa her gün
değişiyor yenileniyor, ağaçlar çicek açıp,yeşilleniyor, meyve
veriyor, yapraklarını döküyor, yeniden yeşeriyor ama siz hep aynı
kalıyorsunuz.
Doğa da katı olan taşlar,
tahta, madenlerdir, taşlar, madenler işlenmeye gerek duyarlar, insanlara
yarar sağlayabilmek için, yani bir şekilde onlarda değişir,dönüşür.
Doğa da değişmeyen, dönüşmeyen,
gelişmeyen hiçbir şey yoktur.
İşte insanda bir maddedir. İnsanın da
katı hali, sıvı hali ve gaz hali vardır. Değişmeye ya da değişime direnmek
doğanın kanunlarına karşı gelmektir, uyumsuzluktur, farkında olmadan kendini
yok etmektir.
Hâl böyle iken,sistem (dünyayı ve
ülkeleri yönetenler) size değişmemeniz gerektiğini,insanlara genellemelerle
bakmanızı, buyruklarına karşı çıkmamanızı,yönetilebilir bir varlık olduğunuzu,
parçalar halinde olduğunuzu, dayatmalara karşı çıkmamanızı, çıkarsanız zarar
görebileceğinizi aşılar…
Kısaca sistem;korkutur ve korkularınızla
sizi yönetir.
Her şeye,korkularla bakmanız, sistemin
işine yarar bir bakış açısıdır ve böylelikle onlar aslında bütün
insanlığın olan doğayı, ülkeleri ve ülkelerin zenginlik kaynaklarını
sahiplenir, ülkeleri ve insanları sömüren bir düzen kurarlar.
Korkutabilmek için de, bütün imkânları
kullanırlar.
Din, milliyetçilik,tarih, kültür,medya,sanat,bilim...
En çok da, dinle uyuşturur ve
korkuturlar. Dini kendi anladıkları gibi dayatırlar. Herkesin tektip olmasını,
aynı şekilde inanmasını, aynı şekilde ibadet etmesini isterler.
Milliyetçilikle üstün ırklar yaratıp,
insanın kendi seçemediği bir olgu ile övünmesini ya da aşağılanmasını,
ayrımcılığı pompalarlar.
Her otorite kendi benimsediği kültürü
dayatmaya çalışır.
Bütün bunları yapabilmek için de,
medyayı, sanatı, bilimi, tarihi kullanırlar.
Tarih sistem sahiplerinin istediği
şekilde yazılır. Sanat diye kendi istedikleri sanatçılar pompalanır, medya
yanlı yayın yapar, bilim sistem yanlılarınca farklı sistem dışındakilerce
farklı anlanır ve anlatılır.
Kendine güvenen,düşünen,
sorgulayan, araştıran, eleştiren birey istemezler.
Sürü halindeki tek tip insan
topluluklarını yönetmek daha kolaydır sistem için, sorgulayan,araştıran,
eleştiren insanları yönetmeleri ve kandırmaları zordur çünkü.
Bunun için de;sistemin bütün araçlarının
sistem sahiplerinin kontrolünde olması gerekir ki,bireyler çoğalmasın,,,
Sistemin bu şekilde olduğu bir ülkede
kişiler sistemin etkisinde kalır, kendine güvensiz,korkak, hakkını
arayamayan, sistemi kabul eden, dayatılana inanan yani bir şekilde kandırılan
insan toplulukları oluşur.
Sistemden korkuyu öğrenen aile de,
korkuyu verir çocuklarına, sistem insan hayatına değer vermediği, erkek egemen
düşünce sistemi hakim olduğu için, kendine değer vermeyen ya da kendine değer
verse bile, kendi değerinin farkında olmayan kadınlar yetişir.
Erkekler ise,sen güçlüsün, sen yaparsın
v.b. poh pohlanır, altı boş bir güven verilir kendilerine...
Yani kadın modeli de, erkek modeli de
sistem tarafından dayatılır insanlara...
İnsanı da ayırırlar ikiye kadın ve erkek
diye...
İnsan olarak bakmayı bilmezler, kadın
dediğin şöyle olmalı, erkek dediğin böyle olmalı...
Oysa insanları anlayabilmenin ilk şartı
ayrım ya da ayrımcılık yapmadan, kadın erkek demeden,onlara insan olarak
bakabilmektir.
Anlamak ve dayatmak...
Sistem dayatmacı iken, anlatmak
yerine, herşeyi, dini, Atatürk'ü v.s. dayatır,tabulaştırırken, anlamak ve
anlatmak kolay değildir...
Oysa dinin esas amacı insanın kendini
anlaması bilmesi,böylece evrenide yaratıcıyı da anlayıp, bilmesi
bilerek inanmasıdır.
Anlamak için okumak, aklını
işletmek, kendini eleştirebilmek,hatalarını, olumsuzluklarını, bilgisiz
olabileceğini, değişmen, gelişmen gerektiğini kabul etmek gerekir önce...
Dayatmak kolaydır, ezbercidir, bilmez
ama bilmediğini kabul etmez, öğrenmeye ihtiyaç duymaz, değişime gelişime
yanaşmaz. Bilmediğini kabul etmediği için hep bildiğini, doğru düşünenin
kendisi olduğunu iddia eder. Kendisine verilen bilgiyi olduğu gibi kabul eder,
sorgulamaz, araştırmaz, bu bilgi yanlış olabilir mi? diye düşünmez bile... Dini
de, Atatürk'ü de tabulaştırır,eleştirel bakamaz, körü körüne inanır. Dayatmacı
bilmediğini kabul etmediği gibi hata da kabul etmez, kendinde hata kabul
etmediği için, tabulaştırdıklarında da, hata göremez, onların hata
yapabileceğini kabul edip, bu hatalardan ders alamaz.
Kendi hatasını görmeyen, bilgisiz
olduğunu kabul etmeyen, değişime direnen biri inkarcıdır aslında, kendine
inanmamaktadır, kendini olduğu gibi kabul edememektedir.Kendini olduğu gibi
kabul edemediği için; içindeki değiştirme isteğini, kendine
yansıtamadığı, kendini doğru sandığı için, karşısındaki kişilere
yansıtmaktadır. Karşısındaki kişileri hatalı, yanlış, bilgisiz hatta inançsız
görmektedir.
Dayatmacı karşısındaki kişiyi dinleme
ihtiyacı da duymaz, bilgisi yoktur ama her konuda bir fikri vardır ve dinlemek
yerine konuşur sürekli...
Dinlemediği içinde, karşısındakinin ne
dediğini anlamaz, anlamak istemez, kendi düşüncelerine göre yargılar, ön
yargılarla düşünür. Şekilcidir, kalıpları vardır. Bakar ama göremez.
Dayatmacı kendini olduğu gibi kabul
edemediği için, karşısındaki kişileri de olduğu gibi kabul edemez, onların
kişiliklerine, inançlarına, düşüncelerine, duygularına saygı gösteremez.
Dayatmacının iradesi de yoktur ya da
azdır, kendini yönetemez, kendini sınırlayamaz, bunun içinde karşısındakileri
sınırlamaya ya da yönetmeye ihtiyaç duyar.
Görmeyen,duymayan, anlamayan,
dayatmacının yönetişi de, haklıyı haksızı göremediği, kendini tanıyıp,
bilemediği için (karşısındaki insanları da tanıyamadığından, genel de, herkesi
aynı görme eğilimi vardır) adaletli olamaz,daha çok ayrıştırıcı ve
parçalayıcıdır, yönetmek için, böl parçala yönet taktiğini kullanır.
İnsanları bölüp,parçalamak, ayrıştırmak
için, bozgunculuk yapar, bir tarafı yükseltirken, birtarafı alçaltır,
kimliğine, dinine, düşüncesine, cinsiyetine göre (v.b.) ayrıştırır.
Dayatmacılar aynı zamanda yıkıcıdırlar,
kendi düşüncesine ya da çıkarına uygun olmayan değerleri, doğayı, ülkeleri
yıkıp, parçalarlar ve kendi düşüncelerine ve çıkarlarına uydurmak için
uğraşırlar.
Her dayatmacı kişilik bir başka
dayatmacı kişilik ya da egosu tarafından yönetilir.
İşte sistem böylesine dayatmacı iken,
insanın karşısındakileri de, kendini de anlaması zordur.
Anlamak isteyen biri,üstte, karşıya bir
ayna gibi kendisini yansıtırken, yani karşısındaki insanları kendi gibi görüp,
kendine olan duygularını ve düşüncelerini yansıtırken,kendine de karşı tarafın
ve çevrenin baktığı gibi bakar, çevrenin kendine davrandığı gibi davranır.
Bu dünyada ki en zor iş,insanın kendinin
farkına varması, tanıması ve bilmesidir.
Din’inde asıl emrettiği,insanın kendini
bilmesi gerektiğidir.
Çünkü kendini bilen insan,hatalarının
farkında olabilen, hatalarından ders alabilen, kendini
değiştirip,geliştirebilen insandır.
Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir,
ilim kendini bilmektir” sözü ile Hz.Muhammed’in “Dünü ile bugünü aynı olan
bizden değildir” hadisi ve Kuran’ı Kerim’in ilk emrinin “Oku” olması,insanın
aklını işletmesi gerektiği ve Araf suresi 179.ayetten de anlayabileceğimiz gibi
“Yemin olsun ki, biz cehennem için, cinlerden ve insanlardan, bir çok kişiye
vücut verdik, bir çoğunu döllendirip yaydık.Kalpleri var bunların onlarla
anlamazlar, gözleri var bunların onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar.
Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir bunlar.”
Hep insanın değişmesi,anlaması,
görmesi,duyması, yani farkında olması, anlaması ve anlatması gerektiğini
belirtmektedir.
Anlamak bilmek için ilk şart sevgidir
ama nasıl bir sevgi ?
Şimdi kime sorarsanız sorun, herkes size
sevmeyi bildiğini söyleyecektir. Gerçekten bilirler mi sevmeyi ? tartışılır.
Çoğu zaman sahiplenme ve sevilme isteği
ile sevme karıştırılır.
İnsanoğlu doğduğu günden itibaren
sevilmeye ihtiyaç duyar.
Ruhu ancak sevildiğini hissettiği anda
huzuru bulur.
Ve çoğumuz bu sevilme ihtiyacını sevme
ile karıştırırız.
Karşımızdaki insanı yargılayıp suçlar,
sonra da sevmekten ve hoş görüden bahsederiz.
Oysa gerçek sevgi, hiç karşılık
beklemeden, karşımızdaki insanlara yüklediğimiz rollerden önce, insan olduğunu,
hataları eksikleri olabileceğini kabul etmek ve onu anlamaya çalışmakla başlar.
Bir insanı anlamak, kendinizi anlamanın
başlangıcıdır, ne kadar çok insan severseniz, kendinizi ve kendi dünyanızı
anlamanız da o kadar kolaylaşacaktır.
Ve anladığınız bir insana,onun
davranışlarına hak vermeseniz bile kızamazsınız, öfkelenemezsiniz, çünkü onu
beklentisiz sevmişsinizdir ve onu anlamışsınızdır.
2013-Hayal ARAR
Takipcinizim bana da beklerim
YanıtlaSilhttp://kapsonunkalemi.blogspot.com.tr/